Ünlü Tablolar ve Ardında Yatan Büyüleyici Hikayeleri: Episode 1
Yazıda Neler Var?
Sanat tarihi yüzyıllar boyunca sayısız dâhiye sahne oldu. Biri, kan dondurucu bir vahşet anını kazıdı tuvaline. Biri ise cazibesine karşı konulamaz bir kadının esrar dolu gözlerini… Bir başkası, beyninin her kıvrımını parsellemiş olan hastalıklı düşüncelerini yansıtarak, kan ter içinde dokundu fırçasına. Renkler bir beyazlığı daha mağlup ederken, kimi ünlü tablolar tutkulu bir aşk hikayesinin gömüldüğü histerik mezarlıklar haline geldi; kimisi ise korkunç kabuslarının irin gibi aktığı bir nehrin kasvetli manzarasına… Farkında olmadan ne büyük acılara, aşklara, hayallere ve belki de korkulara bakıyoruz aslında. Her bir fırça dokunuşuyla göz göze geliyoruz halbuki ama yine de o görünmez duvarı aşıp içine dahil olmayı başaramıyoruz. Bu kez keşfetmeye var mısın?
JUDITH BEHEADING HOLOFERNES
1598 ile 1599 arasında, Barok akımının başta gelen temsilcilerinden biri olan İtalyan asıllı ressam; Caravaggio tarafından yapılan bir tablodur. Eserde vahşet ile birlikte kusursuz bir soğukkanlılık görürüz. Hikayesine gelince, Apokrif İncil’de aktarılmakta olan Yahudiler ve Asur Halkı arasında gerçekleşen savaş sırasında, Judith adlı kadının savaşın seyrini değiştiren hamlesi yansıtılıyor.
SATURN DEVOURING HIS SON
1819 ile 1821 arasında Romantizm akımının öncü isimlerinden biri olan İspanyol asıllı ressam, Francisco Goya tarafından sanat dünyasına armağan edilen bir eserdir. Oldukça rahatsız edici bir his uyandıran bu resimde, Zaman Tanrısı Satürn’ün, çocuklarından birini yerken tasvir edilmiş halini görürüz. Tahtını kaybetmemek için yapamayacağı hiçbir şey yoktur ve bu uğurda evlatlarını dahi gözden çıkarmıştır.
PENITENT MAGDALENE
1533 yılında Rönesans akımının temsilcilerinden biri olan İtalyan ressam Titian tarafından resmedilmiştir. İtalya’nın asilzadelerinden biri olan Fabrizio Colonna’nın şair kızı Vittoria Colonna’nın hayranlık uyandıran tasviridir. Resmin arka planında tercih edilen koyu tonlar, Vittoria’nın içindeki ışığa vurgu yapmıştır.
THE KISS
1907 ile 1908 arasında, Sembolizm akımının gösterişli isimlerinden biri olan Avusturyalı ressam Gustav Klimt tarafından yapılmıştır. Ressamın sıkça kullandığı aşk temasında tuvale yansıtılan eserde, birbirlerine aşık bir çiftin mükemmel öpücüğüne şahitlik ediyoruz. Resimde ilgi odağı olan kadın figürü, rivayete göre Gustav Klimt’in eşini kaybettikten sonra aşkı yeniden bulduğu Emilie Louise’dir.
THE LAST SUPPER
Ünlü tablolar hakkında konuşuyorsak Da Vinci ile yollarımızın kesişmemesi imkânsız… 1495 ile 1498 yılları arasında İtalyan asıllı, çok yönlü bir dahi olan Leonardo Da Vinci tarafından yapılmıştır. İsa’nın çarmıha gerilmeden bir gün önce katıldığı, kalabalık akşam yemeğini tasvir eden resimde Markos 14.18’e göndermede bulunulmuştur.
THE SCHOOL OF ATHENS
1509 ile 1511 arasında, Rönesans döneminin en gözde isimlerinden biri olan İtalyan ressam Raffaello Sanzio’nun paletinden çıkmıştır. İlahiyatın, beşerî bilimlerden ayrı düşünülemeyeceğini anlatmaya adanmış olan eserde, farklı çağlarda yaşamış olan pek çok filozof ve matematikçi tasvir edilmiş. Ünlü tablolar arasında en eşsiz yapıtlardan bir olan bu eserde, detaylarda boğulmak hiç bu kadar harika olmamıştı…
SAMSON AND DELILAH
1609 ile 1610 arasında, Flaman Barok sanatına unutulmaz katkılar sağlamış olan Hollanda asıllı diplomat ve ressam olan Rubens tarafından resmedilmiştir. Eski Ahit’te konu edinilen Samson ve Delilah’ın ilişkilerini tasvir eden tablonun hikayesi kısaca şöyledir: Olağanüstü bir güce sahip olan Samson, düşmanlarının asla deviremediği bir savaşçıdır. Onu ortadan kaldırmak isteyenler, pek çok farklı yola başvursa da sonuç alamaz. Fakat ellerinde son bir koz vardır: Delilah. Samson’ın zaafı…
Samson’ın düşmanlarıyla anlaşan Delilah, gücünü borçlu olduğu şeyi öğrenmek için her şeyi yapar. Ve bir gece birlikte oldukları sırada nihayet beklediği itiraf Samson’ın dudaklarından dökülmüştür. Ona güç veren şey; asla kesmediği saçlarıdır. Samson saçlarını tanrıya adamış ve karşılığında sonsuz güce sahip olmuştur. Rubens’in bizlere sunduğu bu tasvirde ise az önce birlikte olduğu kadının kollarında huzurla uzanan bir kahramanın güçten düşürülüşüne şahitlik ediyoruz. Ah şu zaaflar…
THE GIRL WITH A PEARL EARRING
O, “kuzeyin Mona Lisa”sı… 1665 yılında, Barok akımının temsilcilerinden biri olan ve janr türünde eserler veren Hollanda asıllı Johannes Vermeer tarafından yapılmıştır. Karanlık bir arka plan, yüzünü ayın ışıltısı kaplamış genç bir kadın… Ve tabii ondan rol çalmaya çalışan göz alıcı bir inci küpe. Eserin hikayesine dair birkaç farklı görüş var. Kimileri resimdeki bu kadının Vermeer’in kızı olduğunu düşünüyor olsa da çoğunluk, diğer pek çok esesinde de olduğu gibi tasvir edilen kadının bir hizmetçi olduğunu düşünüyor. Dünyaca ünlü tablolar arasında kendisine sarsılması mümkün olmayan bir yer edinmiş olan eserde ilgi odağı olan bir diğer nokta da aralanmış dudaklar… Sanki söylemek istediği bir şeyler var ama susmak zorundaymış gibi… Tablonun üzerindeki bu gizem bulutu her şeyi çok daha benzersiz yapıyor…
IVAN THE TERRIBLE AND HIS SON
1883 ile 1885 arasında, Rus asıllı ressam İlya Repin tarafından yapılmıştır. Ünlü tablolar arasında dehşet verici bir yeri bulunan eserde, geri dönülmez şeylere neden olan bir öfke krizinin ortasına buluyoruz kendimizi…
İlk Rus Çarı olan lV. Ivan, oğlu Ivan Ivanoviç’in eşi ile ilgili olan sert fikirlerini haykırarak belirtmekten kaçınmamaktadır. Oğlunun ilk iki evliliğinde de benzer tutum sergileyen baba Ivan, ummadığı bir tepki ile karşılaştığında bunu kendine yetiremez ve adeta bir öfke krizi geçirir. Bu sırada elindeki asa ile haşin bir darbe indirir ve oğlunu şakağından yaralar. Öfke, şok, çaresizlik ve pişmanlık duygularının birbirine geçtiği tablo, kelimenin tam anlamıyla nefes kesici…
THE BIRTH OF VENUS
1482 ile 1486 arasında, İtalyan asıllı ressam Sandro Botticelli’nın fırça dokunuşlarıyla hayat bulmuştur. Döneminin en ikonik yapıtlarından biri olan bu resimde Yunan Mitolojisinden tasvir edilmiş eşsiz bir sahneyi gözlemliyoruz.
Babasının cinsel organını denize atan Kranos böylelikle, babası Uranüs tarafından denizin gebe bırakılmasına neden olur. Ve bu deniz, Aşk Tanrıçası Venüs’ü doğurur. Rüzgâr Tanrısı tarafından, kıyıya dek bir deniz kabuğu üzerinde sürüklenen Venüs; her haliyle bir şaheser olduğunu haykırıyor.
Bittiğini sanmayın! Kolay okuyabilmeniz için içeriğimizi bölümlere ayırdık. Daha fazlasını keşfetmek için Ünlü Tablolar ve Ardında Yatan Büyüleyici Hikayeleri: Episode 2’de buluşalım…