Dizi - Film

Mutlaka İzlenmesi Gereken, Stalker (1979) – Film Analizi

İzlemeden ölme denilecek bir film Stalker. Çok farklı bilimkurgu, fantastik ve sanatsal bir film. En güzel yabancı filmlerden birdir Stalker.  

 

Öyle bir yerdeyiz ki, ne tarihi biliyoruz, ne de nerede olduğumuzu. Sadece bildiğimiz tek şey var o da 20 yıl kadar önce meteor düşen, askerlerle korunan bir bölgeye yolculuk edeceğimiz. Başarılı, ve işinde uzman denilebilecek iz sürücü, bize ve Zone’a gitmek isteyen bir profesör ve bir yazara rehber olmakta. Bu bölgenin tehlikeli olmamak için bizlere sunduğu tek şart var. O da; Umudunu gerçekten kaybetmiş biri olmak, zavallı olmak. Eğer böyleysen Oda seni harika bir misafirperverlikle karşılayacak ve istediğin her şeyi verecek…

Stalker (1979) Bir Tarkosvky Filmidir.

 

Stalker Detay

  • Gizem, inanç, anlam gibi kavramları düşünmekten hoşlanıyorsanız,
  • Bir yazar ve bir profesörün yan yana geldikleri sırada neler olabileceğini görmekten zevk alacaksanız,
  • Umut kavramının insanların hayatı üzerindeki etkisini görmek isterseniz,
  • Keşfetmeyi seviyorsanız, ve bir keşif macerası izlemek hoşunuza gidecekse,
  • Uzun planlardan sıkılmayıp, filmin içine girmeyi daha önce başardıysanız,
  • Söyleyecek çok şeyi olan bir film canınız çektiyse,
  • Varoluşu tanıdık olmayan bir mekanda izlemek isterseniz, bu filmi sevebilirsiniz.
  • Eğlencelik bir film arıyorsanız koşarak uzaklaşmanız sizin yararınıza olabilir.
  • Bilim – kurgu yazmasına aldanıp hareketli bir film olduğunu düşünüyorsanız yanılıyor olacağınızdan bahsetmekte fayda var.

 

Stalker Sık Sorulan Sorular Burası filmle ilgili akla takılan “ya neden neden” deyip kafayı yiyebilmeye kadar götürecek sorulara adanmıştır.Filmi seyretmeyenlerin okuması bir faciaya yol açabilir.

Film sepya tonlarında, bir pubda açılır. İlk buluşmanın orada olacağı, uzun yolculuğa atılacak adımın oradan başlayacağı mesajı gizliden verilir.

 

  Neydi o? Bir göktaşı mı? Yoksa kozmik uçurumun sakinlerinden bir ziyaret mi? Öyle ya da böyle küçük ülkemiz, bir mucizenin doğuşunu gördü; BÖLGE … Oraya derhal birlikler gönderdik. Geri dönmediler. Sonra polis kordonuyla bölgeyi kuşattık belki de yapılması gereken en doğru şey buydu..

İzcinin, eşi ve kızıyla büyük bir yatakta uyuduğu sırada, kamera sessizce odaya girer. O kadar garip bir hava vardır ki, izleyici de adeta çıt çıkarmak istemez. Ardından tren büyük bir gürültüyle geçerken, kadın donuk bir şekilde duvara bakar. Onların çalar saati, trenin geçişidir sanki. İz sürücü sessizce giyinir, fakat eşi onun gideceğini anladığı için engel olmaya çalışır. Bağırmaya başlar, daha önce hapiste olduğunu, kızının ona yeni alıştığını, eğer tekrar yakalanırsa bu kez 5 yıl değil, çok daha uzun süre demir parmaklıklar arasında kalacağından bahseder. Ve döndüğünde ve ne bölgen olacak ne de başka bir şeyin der. Kadın çok çaresizdir, fakat bu hiçbir şeyi değiştirmez. İz sürücü ona;

 

  Benim için her yer cezaevi gibi dedikten sonra evden çıkar.. Kadın kocasının arkasından tam şu sözleri söylediği sırada – Tanrı zaten sana bu çocuğu vererek seni lanetlemiş – duvarda asılı olan havlu yere düşer. Fazla umursamaz, bunun üzerine kendini yere atarak ağlamaya başlar. Tren yine o muhteşem melodilerle harmanlanmış bir uyumla geçmektedir.

Çünkü eğer Tanrı bir üçgense, o zaman ne düşüneceğimi bilemiyorum.

 

Yazar yol kenarında, çok güzel bir kadınla, İz sürücüyü beklerken aralarında şu diyaloglar geçer. ‘’ Sevgilim, dünyamız çok sıkıcı. Bu nedenle telepati ya da hayaletler, ya da uçan daireler gibi şeyler yok. Dünya kesin kanunlarla yönetiliyor. Ve dayanılmaz derecede sıkıcı. Yazık ki o kanunlar hiç çiğnenmiyor. Bu yüzden çok ilginç olsa da bir Ufo için umutlanma. Kadın ekliyor. Peki ya Bermuda Şeytan Üçgeni? Onu da reddedeceğim, sadece a kenarı b kenarı ve c kenarı eşit olan ABC üçgeni var. Bu da çok sıkıcı. Ortaçağ’da yaşamak ilginçti. Her evin kendi ruhu her kilisenin de kendi Tanrısı vardı. İnsanlar gençti…   İşte bu kısımdan sonra bir şeyler başlayacağından emin oldum izlerken. Filmde müzik çok az yerde var fakat,duyduğumuz melodiler Zen müziğini andırır. Yapılan bu sohbet de Tao felsefesinin yadırganamayacak örneklerinden biri olan şu hikayeyi anımsattı bana. ‘’ Bir çırak ve usta yol kenarında sohbet ederek yürürler, çırak sürekli sorular sormakta, usta ise cevap vermeyerek çırağın iç yolculuğunu başlatmak derdindedir. Çırak son sorusunu sorar, – peki tamam her şeyi anlıyorum ama vicdan nedir? Vicdan olmasaydı eğer, insan nasıl bir varlık olurdu? Tanrı neden vicdan diye bir kavram yarattı.Usta, yerden bir dal parçası alıp, çocuğa uzatır. –Şunu al ve bana bir üçgen çiz der. Çocuk heyecanla yere eğilir, toprağın üzerine üçgeni çizer. Usta ardından şunu söyler; şimdi düşünmeden bir üçgen çizdin, ve sen bilsen de bilmesen de bu üçgenin bir açısı var. Yani Tanrı, vicdan olmadan insanı yaratamazdı..

 

  Sen dedin ki Bölge; bir üst uygarlığın ürünüdür!

Yazar ve profesör Bölge’ye gitmek üzere toplandıkları yerde konuşurlar. Yazar olduğundan, okurlar hakkında bir şeyler yazdığından söz eder, profesöre de; senin işin saklanan gerçeği bulmak der. Benim daha çok ilhama ihtiyacım var. Bu yüzden Zone’a gidiyorum. İz sürücü toparlanırken, barın sahibine, -eğer dönemezsem karıma haber ver, der. Yüzlerdeki ifade donuk, bilinmezliğe gidilen bir ifadedir. Belli bir yere kadar arabayla giderler, ardından polislerden saklanırlar, hiçbirisinin vazgeçme gibi bir niyeti yoktur. Bölgeye küçük bir lokomotifle ulaşırlar. Özellikle bu sahnede, dönüş ve gidiş kavramına dair çekim tekniğinde bir mesaj olduğunu düşünüyorum. Tarkovsky çekimleri sırasında pan tekniğini oldukça fazla kullanır. Bunun bende uyandırdığı his ise, başlangıç ve bitişe dayalı bir takım ip uçlarıdır. En belirgin örneğini, sabah uyandıkları sahnede görürüz. Önce kadının sonra kızın uyuduğunu, ardından da iz sürücünün uyandığı sahneyi, ve sahne kesilmeden tekrar küçük kızı ve son olarak da planın başladığı yer olan kadının tren sesi nedeniyle uyandığı ve duvara boş boş baktığı ifadeyi görürüz. Aynı çekim tekniği, lokomotifte giderlerken de uygulanır. Bana son ve baş, gidiş ve dönüş, başlangıç ve sonu hatırlattı.

 

Yazarın bir iç dökmesiyle onun düşünceleriyle tanışırız. ‘’ Söylediğim her şey yalandı. İlham falan umrumda değil. Ne istediğimi ifade etmek için doğru sözcüğü nasıl bilebilirim? İstediğim şeyi aslında istemediğimi, ya da istemediğim şeyi gerçekten istemediğimi? Bunlar anlaşılması zor şeyler. Onları adlandırdığımız an, güneşte kalan bir denizanası gibi erir ve çözülür ve anlamları kaybolur. Bilincim, dünyayı kendi tarafına çekmek için vejeteryan olmak istiyor, bilinçaltım ise bir parça et için çıldırıyor. Peki ben ne istiyorum?

 

  İlham denen şey, peri masallarında beklediğimiz şeyden başka bir şey değildir. Masal dediğim an nasıl da gerçekliğe aç olduğumu söyledim aslında bir çırpıda. Yazarın kendini tanımakla ilgili kafa yorduğu bu bölümde, aslında her şeye çok yabancı olduğumuzu hissettim. Özellikle doğaya ait bir parça olamamamızdan. Aslında film bunu birkaç kez söylemekte. Fakat ben bu korkunç dünya düzeninde, ufoların bile gelmek istemediği gezegenimizde, kendimi her şeye yabancı hissediyorum. Zone’dayken hissettiğim şey, bir ağaca gerçekten bakan, gün doğumunu gerçekten gören, yağmur yağarken yüzünü gökyüzüne çeviren kaç kişi vardır diye düşünmek oldu. Kaçırdığımız, anlamını ellerimizin arasından yitirdiğimiz öyle çok şey var ki. Bunların sadece an’da olduğunu düşünüyorum. Her şeye zaman ayırıp izlemeyi, bir çocuk gibi çaresizce durmayı istiyorum. Zone gibi bir yere gidecek vaktimin olmasını, geride bırakacağım şeylerden korkmamak istiyorum. Ama bunları düşünmek yeteri kadar doğaya ait hissettirmiyor kendimi. Ve sadece filmlerde buralara gidebiliyorum. Sonrası sessizlik…

 

  Bölge

Sonunda bölgeye ulaşılır. Film sepyadan renkliye geçiş yapar. Filmin en etkileyici sahnelerinden biridir bu. İz sürücüyü ilk kez bu kadar mutlu, gerçekten gülerken görürüz. Eve geldiklerini söyler. Sonunda hayatın anlamı olan bölge karşımızdadır! Her şey burada, doğru yanlış diye bir şey yok. Bütün ümitler, çareler, huzur ve aranılan her ne ise, o burada.. Odada.. Sadece önemli olan, oraya giderken seçilecek yollar. Odanın orada olduğunu bilip, oraya giderken yanında götüreceğin tek şey kalbinse, oda sana istediğin her şeyi verecek. Evet bir sürü zorluktan geçilerek Zone’a ulaşıldı. Fakat asıl gitmek gereken başka bir yer var. Oda… Tehlike gün gibi açık. Fakat eğer gerçekten umutsuz ve zavallıysan, Bölge sana asla kötü bir şey yapmaz.

 

  Gerçekte de böyledir aslında, insanlar karşısındaki kişinin umutsuzluğundan bir şekilde hoşnut olur. Buradaki hoşnutluk, kendi ruhuna saygısından ötürüdür. Eğer materyalizmi kenarda köşede dinlenmeye bırakabildiyse kişi bunu yapmak zorundadır sanki. Çünkü doğamızda olan bazı şeylere, karşı gelmek düzeni bozacağından, bizler durdurulmak zorundayızdır. Ormanda gerçekten güçsüz olan hayvanlar büyük bazı hayvanlar tarafından himayeye alınsa da, küçük olan güçsüzle eşit olduğu için avına saldırmakta tereddüt etmeyecektir. İz sürücünün, yanındakilerin gerçekten zavallı ve umutsuz olduğuna ikna olmaya ihtiyacı vardır. Ve oyun kuralına göre oynanmaya başlamıştır bile. İz sürücü bir süre yalnız kalmak istediğini söyler, gidip çimenlerin arasına yatar. Adeta dünyanın sesini dinler. Bu sırada profesör, yazara kirpi hikayesini anlatmaya başlar. Porcupine, fırlatacak oku bulunan kemirgen hayvana verilen bir isimdir. Aslında Porcupine ve Kirpi aynı kişidir. Porcupine’ın kendini asarak intihar ettiğinden bahsederken hikaye yarım kalır. Ardından ‘’belki de buraya düşen şey, meteor değildi, her şey olabilir, hiçbir şeyde. Ya da insanlığa bir mesaj bir hediye’’.. der. Ayrıca İz sürücünün kızından, bölgenin etkisi yüzünden, bir mutant, sakat olduğundan bahseder.

 

İz sürücü yanlarına geri döner, ve zamanı geldi diyerek lokomotifi bilinmeze gönderir.

  Film artık renklidir. Sepyaya o kadar alışmışızdır ki onlarla birlikte, renk görmek kendimizi iyi hissettirir. Uzağa bakarlar birlikte. Metal bir parçaya kumaş bağlayarak gidecekleri yere atarlar, ve yolculuk başlar. Erimiş tankların önünden geçerler, harabe denilen yerleri merak ederler. Yazar karakteri fazla heyecanlı fakat bunu göstermeyi tercih etmeyen biridir. En çok konuşan, anlam arayan o’dur aslında. Bir çiçeği koparmak üzereyken iz sürücü yazarın kafasına yerden bulduğu demiri fırlatır. – burası saygı ister, yoksa seni cezalandırır, seni uyarmıştım. Yazar bu hareketin üzerine çok şaşırır ve yola tek başına devam eder. İz sürücü bir çocuk edasında arkasından bağırır, – sana bunu ben söylemedim, çok tehlikeli olabilir. Geri dön der. Sonunda aradığınızı bulamazsanız paranızı geri vereceğim. Yazar tek başına girdiği yerden yarattığı bu korku algısı yüzünden belki de, gerçek olmayan bir ses duyup onların yanına geri döner. Ve asıl yolculuk şimdi başlar.

 

Acele işe şeytan karışır sözünü doğrularcasına, İz sürücü en uzun yoldan gitmenin, en az tehlikeyle karşılaşma olasılığı olacağından söz eder. Filmin en çok yükseldiği anlardan biridir bu bölümler. Yolculuğun içinde, hangi karaktere daha yakın olduğumuzu ve biz olsak nasıl davranırdık bunu düşünmeye başlarız. Ama benim hayatıma yön veren, güce, hayata bakışımı değiştiren en muhteşem sahne suyun üzerine düşen monologlarla şu cümlelerdir; İzin ver planlanan her şey gerçekleşsin. Ve tutkularına gülmelerine izin ver. Çünkü onların tutku dediği gerçekte duygusal bir enerji değil. Ruhları ve dış dünya arasında bir sürtüşme. En önemlisi kendilerine inanmalarına izin ver. İzin ver ki çocuklar gibi çaresiz olsunlar. Çünkü zayıflık harika bir şeydir, güç ise hiçbir şey.. İnsan yeni doğduğunda güçsüz ve uysaldır, öldüğü zaman ise kaskatı bir duygusuz. Bir ağaç büyürken körpe ve yumuşaktır, ama kuruyup sert hale geldiğinde ölüp gider. Sertlik ve güç ölümün arkadaşlarıdır. Uysallık ve güçsüzlük varlığın, canlığının dışa vurumlarıdır. Kendini sertleştiren hiçbir şey, kazanmayı başaramaz.

 

Filmi ilk izlediğimde, bu kısımda kemerlerimi çözüp, iniş için hazırlanmıştım. Garip bir oksijene açlık hissettim. İlk izlediğim yıllarda çocuktum, henüz ruhum çok az yara almıştı. Şimdi de beylik laflar edip, artık ruhum simsiyah, büyüdüm demeyeceğim elbette ama, güçlü olmaya uğraştığım her an bu sözleri düşünüp yaşama tutundum. Çünkü bağıran, çok olan, çok söz söyleyen hiçbir şeyden hoşlanmadım. Filmin bu bölümü suya aktarılan cümleler beni ben yaptı. Ve hala üzerine çok düşünürüm.

 

  Bir sonraki sahnede, profesörün çantasını unuttuğu için geri dönmek istediğini duyarız. Eğer filmin içine yeteri kadar girmişseniz, bir şekilde Zone’un gizemine inanıp, içinizden anneannelerimiz gibi – sakın gitme- demiş olabilirsiniz. Ama geri dönüşler birçok anlama çıktığı için, İz sürücü bağırır- Hiç kimsenin aynı yolu dönerek, geri dönemeyeceğini anlamadın mı? Yaptığımız hatalar ve yaşadığımız hayat da böyle değil mi aslında? Şimdiki aklım olsaydı 20 yaşında şunu yapardım cümlesiyle o kadar örtüşüyor ki aslında, ama tek fark, artık dönülecek bir yol olmaması ve arkanızın kapkaranlık olmasıdır. Bu yüzden tüneldelerdir. Geçmişe baktıklarında arkalarını görebilmektedirler belki ama, önleri aydınlıktır. ‘’şimdi’’ ise ‘’an’’dadır. Profesör birkaç dakikalığına kaybolduğunda, Stalker bunu çözmeye çalışır gibi yapar fakat aslında çimenlere uzanıp ağlaması, Zone’un profesere iyi davranması sebebiyle değil, profesörün korkuya olan inancının yitirmesi yüzündendir. Artık iz sürücüye inanan sadece yazardır. Profesör atıştırmalıklarını yemekte, ve çokta fazla bir şey sorgulamamaktadır.

 

  Üzerine düşünülmesi gereken sahnelerden biri ise; her birinin suya yatmış şekilde konuşmaları sırasında, İz sürücünün tekrar sepya tonuna dönmesidir. Yazar kendine dönmeyi başarmış, ‘’insanlar çok derindeki duyguları hakkında konuşmak istemezler’’ dediği sırada, Stalker’ın yanına siyah bir köpek gelir. Benim için bu sahne özlemini duyduğu, yanına gidemediği ailesidir. Fakat Tarkovsky, köpek için, sete bir anda girdi, bende görüntüyü sevdim ve bu şekilde olmasını istedim der. Hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz bir sahne. En önemli sahnelerden biri sona yaklaşırken gerçekleşir. Artık odaya yaklaşmışlardır, üçü odanın kapısının önündedir, iz sürücü yazara kura çekmeyi teklif eder. Uzun çöpü seçen gidecektir. Orda yaptığı oyunu bizler anlarız. Uzun çöpün yazara gelmesini ister ve böyle söyleyip diğer çöpü göstermeden fırlatır. Yazar girmek zorundadır içeri. İçerde uzun uzun yürür yazar. Silahını çıkardığı sırada, asıl umutsuzluğu yaşayan iz sürücü bağırır. Tankları görmedin mi? Onlar bile ne haldeydi, ne yapıyorsun sen! Silahı atar yazar. Odanın gizemine inanmıyor olsa bile, yolculuğunun sonuna geldiğinin farkındadır. Kumlu alanda oturur. –Eskiden birilerinin benim kitaplarım sayesinde daha iyi olabileceğini düşünürdüm.. Ama hayır kimsenin bana ihtiyacı yok ! Sanki görevini tamamlamıştır yazar. Odadan alacağı şey bir aydınlanma olmasa da kendisine vereceği şey işte budur. –Gerçekten görebilmek…- Yazar hepimiz gibi, ya da en azından benim gibi sonsuza kadar yaşamak isteyenlerden….

 

  Diğer odaya geçtiklerinde telefon çalar. İzleyici tetiktedir. Açacaklar mı? Hangisi açacak? En az konuşan, fakat söylemediği şeylerle çok şey söyleyen profesör açar telefonu. Üniversiteden arkadaşı aramaktadır. Zone’da! Nasıl arar, nasıl olabilir ki diye düşünürken biz, profesör, üniversite arkadaşı karısıyla yattığı için, bu kadar öfke dolu olduğundan bahseder. Bu sırada düşünülmesi gereken şey belki de sadece, materyalist bir karakter olduğuna inandığımdan, bir şekilde daha önce aşkı yaşadığının bir mesajı verilmiş olabilir. Bu kadar sert duran bir adamın bile eskide yaşadığı naif bir aşk hikayesi olabilir. Ama yine de aşk ve umutsuzluğun birleştiği bir anda bile bombayı patlatmaması Stalker’a gerçekten acıdığı için olabilir. İz sürücü hala bir şekilde, Zone’a inanmaktadır çünkü henüz yazar o’na buranın bir kurmaca olduğunu, inandığını zannettiği şeyin sadece bir yanılsama olduğunu söylememiştir. O bunu söyleyene kadar bizler de hala Zone’a inanıyor olabilirdik aslında. Bu yüzden yazara; sen sanırım iyi bir insansın, oda sana istediğini verecek dedi. Bu sahnede düşündüğümüz şey, Stalker’ın baştan beri savunduğu tez olan – hayır umutsuz ve zavallı olduğu için oda ona iyi davrandı – çıkarımıydı.

 

  İnanç üzerine yapılmış en iyi filmlerden biri olan Stalker hakkında yazacak ve söylenecek şeyler tabii ki bu kadar değil. Fakat özetin de özeti olacaksa; Zone’a en çok ihtiyaç duyan kişi İz sürücüydü. Kendini mutlu ve işe yarar hissettiği, umut sattığı bir yere ihtiyacı olması onun çok naif bir karakter olduğunu göstermekteydi. Bunun yanında ailesine olan tutumu, siyah köpeğe olandan çok daha azdı. Eve döndüğünde yazar ve profesöre çok kızgındı. – Hiçbir şeye inanmıyorlar, böyle nasıl yaşayabiliyor sanki, peki ben şimdi kimi oraya götüreceğim.. Çünkü aslında onun inandığı hiçbir şey yoktu. Eşi – ben seninle gelirim dediğinde, -ya seninle de işe yaramazsa dedikten sonra en etkileyici ve en çok sorular sorduran son sahneye gelir. Küçük kızı, bardağı bakışıyla hareket ettirir. Ve sonunda düşürür. Tarkovsky bu soru sorulduğunda simgesel bir bakış açısı, yeni manevi ve fiziksel güçler yaratmak olduğunu söyler. Benim içinse güce inanmak yerine, profesörün yanına geçip, materyalist bir kafada, tren geleceği için önceki titreşim ve dayanılmaz yer çekimi diyebilirim.

 

Stalker (1979) Fragman

admin

Severek yazdığım, sizlerle dertleştiğim mekan burası. Hayattan zevk alarak yaşamak mı istiyorsun? Bi yere gitme. Zevosis'i takip et.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu